“Kim izzeti
istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, sâlih amel
de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli
bir azab vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur” (Fâtır 10).
“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar; ne
mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır)” (Ra’d 29).
Îman söz ile başlar ama söz ile bitmez, çünkü
söz ile ispatlanmaz. Îman bir iddiâdır ve ancak amel-eylem ile ispatlanabilir. İslâm,
söz ve amel bütünlüğüdür.
Âyette
denildiği gibi, Allah’a kötü sözler yükselmez ve sâdece güzel sözler yükselir. Fakat
güzel sözleri de ancak sâlih ameller yükseltebilir. Yoksa güzel söz de kendi
başına yükselemez. İnsan da öyledir; onu gerçek anlamda yükselten sözü değil,
amelidir. Zâten insanın sözünü yükseltebilmesi ve têsir edebilmesi, söz-amel
bütünlüğünden sonra olur.
“Kötü
söz sâhibine âittir” denir. Doğrudur, kötü sözler sâhibine âittir, çünkü
sâhibinden çıkmıştır ve yine sâhibine zarar verir. Küçükken söven bir çocuğa; “sen
aslında kendine sövüyorsun ki!” derdik. Bize böyle öğretilmişti. Bu doğrudur.
Söven sövgüyü kendine eder ve kendine zarar verir. Eğer sövgüyü, sövülen kişi
duymuyorsa yada kendisine sövüldüğünden haberi olmuyorsa, her sövgü ve küfür, onu
edene zarar verir ancak. Allah’a yapılan sövgüler ve kötü sözler de O’na yükselmeyeceği
için, yine sâdece söveni olumsuz etkiler.
Allah’a küfretmek iki şekilde olur: 1-Söz ile
küfretmek, 2-Eylem ile küfretmek. Nice, eylemleri ile Allah’a küfredenler
vardır ki, Allah’a söz ile küfredenleri kınarlar. Eylem ile yapılan küfür
aslında çok daha ağırdır, çünkü lafta kalmamıştır, fakat ilginçtir, eylem ile
yapılan sövgü ve küfür, söz ile yapılan sövgü ve küfür gibi görülmüyor.
Bir şey söz ile daha iyi anlatılır fakat söz,
yazıya geçince daha etkili olur. Çünkü amel daha etkilidir. Söz yaralar ama
amel öldürür.
Yükselteceğiniz
söz “dünyâ sözü”dür ve onu “dünyâ ameli” ile yükseltebilirsiniz yâni sözü
yükseltmeyi Dünyâ’da iken ve yaşıyorken yapabilirsiniz. Çünkü âhirette tüm söz
Allah’ın olacaktır. Çünkü O din-gününün sâhibidir. (Mâliki yevmiddin).
Kur’ân sâdece “okunup geçilecek bir
söz-yığını” değil, yerine getirilmesi gereken tâlimat-nâmeler manzûmesidir. Allah,
sözü yâni Kur’ân’ı yere indirmiştir, bizim yapmamız gereken şey, o sözü amel yâni
Sünnet ile taçlandırıp tekrar yükseltmektir. Çünkü biz âhirette, Dünyâ’dan
gönderdiklerimize göre değerlendirileceğiz.
Peygamberler
sözü ve ameli yükselmek için gönderilmişlerdir. Ettikleri sözler hep amele dönüktür.
Eyleme dökmeyecekleri sözleri etmezler ve “sâdece söylemiş olmak için” söz söylemezler:
“Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyi
neden söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab
(konusu olması) bakımından büyüdü büyük bir suç teşkil etti” (Saff 2-3).
Allah, vahiy aracılığı ile
peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve
direniş modeli, bir İslâmî Hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet
modeli ve bir medeniyet modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnek modellerin
anlatılarıdır. Bu “örnek model” son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya
konmuştur. İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel örneklik” denen ve literatürde
“Sünnet” olarak bilinen şey, bu örnek modeldir. Bu “örnek model”, yapılan
yanlışların Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl
modeldir. “Allah kotrôlünde” ortaya konmuş bir modeldir. En ideâl örneklik ve
“yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze
bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Söz,
amel-eylem ile taçlanmıştır. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin göz-ardı edilmesi
yanlıştır. Bu “güzel örneklik”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından
kıyâmete kadar bağlayıcıdır. Kur’ân, “sözün, bilginin ve bilincin kaynağı”
iken, Sünnet ise, “amel ve eylemin kaynağı”dır. İslâm, bu ikisinin toplamıdır.
Mebzûl miktarda tekrarlanıp duran; “Kur’ân
bize yeter” sözü, eğer “salt Kur’ân”dan bahsediliyorsa yanlıştır. Çünkü bu,
“bize sâdece söz yeter” anlamına gelir. Kur’ân bilgi ve bilincin kaynağı iken,
amel ve eylemin kaynağı ise Sünnet’tir (hadis değil). O-hâlde bize yetecek olan
ne salt söz yâni Kur’ân, ne de salt amel yâni Sünnet’tir. İkisinin
birlikteliğidir. Modern zamanlarda müslümanların perişân hâllerinin nedeni, sözü
yâni Kur’ân’ı okuyup da Sünnet örnekliği ile amelde-eylemde bulunmamaktır.
Kur’ân bize yeter ise neden yetmiyor da müslümanlar perişân ve sefil bir hâlde
yaşıyor ve aşağılanıp duruyor?.
Peygamberlerin söz ile söylediklerinden yâni
hadislerinden ziyâde, fiîlen yaptıkları amel-eylem yâni Sünnet’i bağlayıcıdır.
Zâten Sünnet, sahih hadislerin ete-kemiğe bürünmüş hâlidir. Sünnet söz değil,
amel-eylemdir. Bu nedenle “gayr-ı metluv vahye” değil, “metluv vahye” dayanır.
Bu nedenle söz ile yâni “müslümanım” demekle müslüman olunmaz, “müslümanlık
yapmak”la müslüman olunur ve müslümanlık ispât edilmiş olur.
Tevrat’la amel edeceğine söz verip de
“Cumartesi Yasağı”nı çiğneyerek sözünden dönen yahudiler, “maymun ve domuz”
oldular. Şimdi müslüman(!) olarak sözümüzde durmadığımız için, biz de “maymun
ve domuz” mu oluyoruz acaba?. Çünkü Allah’a verdikleri “söz”ü tutmayanlar
maymunlaşırlar ve de domuzlaşırlar.
Allah’a ve âhirete inanmayanlar “sözünü
tutmak” gibi bir sorumluluk duymazlar. Sözünü tutmak sözün gereğini yapmakla yâni
amel-eylem ile olur.
Esâsen
söz yâni Kur’ân Allah’a, amel-eylem yâni Sünnet bize âittir. Allah bize zımnen;
“alın bu sözü de sâlih amel ile yükseltin” demiştir. Fakat müslümanlar Allah’ın
sözü üstüne söz söylemekten fırsat bulup da sözün gereğini yerine
getirmiyorlar. Zâten hâl-i pür melâllerinin nedeni budur.
Ahzâb
Sûresi 21. âyette bize örnek gösterilen şey, Peygamberimiz’in vahiy-merkezli
olarak yaptığı amel-eylem yâni Sünnet’dir. Söz değil, amel örnek
gösterilmiştir. Söz en azından ikinci plândadır. Fakat insanlar sözü öne çıkarıp
ameli arka-plâna atıyorlar. Böylece sözün gereği yerine getirilmemiş oluyor ve
söz de boşa çıkmış oluyor. Bakın son 75 yıldır okunan, yazılan ve söylenen
sözler, amele-eyleme etkili bir şekilde dönmediğinden dolayı, Gazze için
faydalı olmuyor. Esâsen son 75 yıldır yapılan “sözü yükseltme” çalışmaları
amele-eyleme dönülmediği için boşa çıkmıştır ve yapılanların “sözü yükseltmek”
değil, “sesi yükseltmek” olduğu
görülmüştür. Gazze Savaşı bize bunu çok net olarak göstermiştir.
Allaha
ancak güzel sözler yükselir ama güzel sözler de kendi-kendine yükselmezler.
Güzel sözü yükseltecek olan şey sâlih ameldir. Hattâ îman etmek bile tek-başına
yeterli olmaz da ardından sâlih amel işlemekten bahsedilir ki hem îman tamamlansın
hem de îman Allah’a yükselsin.
Allah
sözden ziyâde amele bakar. Çünkü O boş laflara kanmaz. Allah bizi âhirette
bildiklerimiz ile değil de yaptıklarımızla yada yapmamız gerekirken
yapmadıklarımızla yargılayacağı gibi, bu Dünyâ’da da böyledir; sözümüzden
ziyâde amelimize-eylemimize bakar.
Âlim
olan ve her-şeyi bilen Allah’a karşı sözümüz yâni bildiklerimizle övünmek hem
küstahlık hem de ahmaklıktır. Tereciye tere mi satacağız!.
Hakîkati sert yada yumuşak sözlerle söylemek
onun hakîkat olduğunu değiştirmez, hakîkat her zaman hakîkattir. Fakat
hakîkatin têsir etmesi için onu güzel bir dille söylemek gerektiği gibi,
yükseltmek için de sâlih amel gerekir.
Eylemin tohumu sözdür. Kötü ve iyi amel,
konuşarak başlar. Kişinin ne
olduğu, sözünden ziyâde, amel-eylem
ile belli olur.
İhlâs ile söylenmeyen söz ve takvâ ile
yapılmayan iş, etki de etmez, Allah’a da yükselmez.
İnsanlar o kadar ağır bir gaflet hâlindeler
ki, artık onları güzellikle ve hafif-tatlı sözlerle uyandırmanız mümkün
değildir. Dürtmeden uyandıramazsınız. İnsanlar artık sert sözlerle bile
gafletten uyanamıyorlar. Artık, hak sözler edip sâlih ameller yapmak ve güzel
sözü Allah’a yükseltmek ve böylece O’nun rızâsını kazanıp, desteğini ve
yardımını celb-ederek bir şeyleri değiştirmek mümkün olacaktır.
Modern zamanlarda çok fazla kullanılan
“yapacak bir şey yok” sözü hem yanlıştır hem de samîmi-ciddî bir söz değildir.
Yapacak bir-çok şey var fakat yapacak kişi/adam yok.
Müslümanlar, “dil”i (söz), “el”e (eylem)
üstün tutuyorlar. “Dil” ve “el” birliği olmadıkça samîmiyet ve ciddiyet
ispatlanamaz. İspatlanmayan şeyden Allah râzı olmaz. Allah, râzı olmadığı şey
için yardımını göndermez. Bu yüzden bildiğimiz ve dile getirdiğimiz
sözler amele-eyleme dönük olmalı ve sâlih amel ile sonlanmalıdır.
Sözün de bir nâmusu vardır ve sözün nâmusu; “Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyleri
niçin söylüyorsunuz?” (Saff 2). âyetinde ifâdesini bulur.
İhtiyâcımız olan şey, “kırılgan olmayan”
sözler ve sâlih amellerdir. Zîrâ Allah ancak bundan râzı olur ve ancak râzı
olunca yardımını ulaştırır.
“Altı çizilecek sözler etmek”ten
daha çok, “altı çizilecek eylemlerde bulunmak” önemlidir.
Kâlpler sâdece söz ile değil, söz ve amel
bütünlüğü ile mutmain olur.
Gün
gelir insan bildiklerini bilmez bir duruma gelebilir, fakat yaptıklarını hiç-bir
zaman “yapmamış” durumuna gelemez. Bu nedenle âhirette bildiklerimizden değil
yaptıklarımızdan-yapmadıklarımızdan sorulacağız.
En doğru söz Allah’ın
sözüdür (Kur’ân), en doğru amel ise Peygamber’in amelidir (Sünnet).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2024